John Green’ in adını sürekli duyuyordum ve artık kendisiyle tanışmam gerektiğine karar verdim. Tanıştığıma da fazlasıyla memnun oldum. Kullandığı dil, yarattığı karakterler… Hepsi harikaydı. Bazı gençlik kitaplarına göre kullandığı dil biraz daha karmaşıktı, yani tam olması gerektiği gibiydi. Bu benim çok hoşuma gitti. Kendisinin diğer kitaplarını da okuyacağım.
Kitapta her şey vardı ve her şey çok dengeliydi. Komik, çocuksu yerler de vardı; ciddi, felsefik kısımlar da. Bu denge karakterleri gerçekçi kılmış. Kurgu bana göre fazla olay merkezli değildi. Daha çok kanser sahibi Augustus ve Hazel’ın günlerini anlatıyordu. Karakterlerin hepsi harika yaratılmıştı. Şimdi geriye bakınca, hepsini kocaman bir aile sofrasında kahkahalar atıp yemek yerken hayal etmek o kadar kolay ki!
Hatırlanmak ve iz bırakabilmek... Kitap bu konulara parmak basıyor. Her karakterin hayata karşı kendine ait bir bakış açısı var ve onları okurken siz de hayatı sorgulamaya başlıyorsunuz.
Ölüp gittiğinizde arkanızda bir şey bırakabilecek misiniz? Kimse sizi hatırlayacak mı? Ölüyorsunuz, tam da artık kimseye ihtiyacınız olmadığı zaman ortaya çıkan arkadaşlar sizinle alakalı internette bir şeyler paylaşıyor, saçma sapan bir cenaze töreni yapılıyor. Ee, sonra?
Ayrıca kanserli hayatların ne kadar zor olduğunu fark ediyorsunuz. Sırf kanser sahibi olan kişiler için değil, etraflarındaki herkes için. Hep bir korkuyla yaşıyorlar.
Hazel ve Augustus’ un aşkına aşık oldum. Tanışmaları, konuşmaları, yaptıkları, yaşadıkları ve tabii ki sonları… İkisi de birbirini çok sevmişti, gerçek aşktı. Şöyle bir alıntı yapayım:
“ ‘Gerçekten seviyordu. Gençlik aşkı filan değildi,’ diye ekledi sanki bilmiyormuşum gibi.”
İkisinin Hollanda’ya gezisi, Peter Van Houten ile tanışmaları, fakat adamın tam bir pislik çıkması olayı da güzeldi. Bazen gözümüzde çok büyüttüğümüz, idolümüz olan insanlar hiç beklediğimiz gibi çıkmıyor maalesef. Ama inkar edemem, Van Houten’ın kitaba büyük bir katkısı var.
Ben ilk başta Görkemli Izdırap’ın da, Şafağın Bedeli’nin de gerçek olduğunu düşünüp iki kitabı da okumak istemiştim, eğer siz de böyle bir düşünceye kapılırsanız haberiniz olsun; maalesef gerçek değiller :)
KİTAPTAN FİLME
Kitabın bir de filmi bulunmakta. 2014 yapımı. Ben izlemedim ve izlemeyi de düşünmüyorum açıkçası. Benim bir kitabın filmini izlemem için kitabı okumadan önce filmi izlemem gerekiyor genelde. Çünkü kitabı beğendiğimde filmle ilgili "Ya kitabın hakkını veremezlerse?" , "Ya kitabı çok değiştirmişlerse?" gibi korkulara kapılıyorum. Kitabı çok fazla değiştirip üstüne bir de bu değişiklikler kötü olursa sinir krizi geçiriyorum. Mesela "Üç Adım Uzakta" 'nın filmi harikaydı. Kitapla birebir aynıydı, uyarlama bir filmin nasıl yapılması gerektiğinin örneğiydi. Evet, her kitapta bunun yapılamayacağını biliyorum ama yapabilecekken yapmayan kişiler, yatacak yeriniz yok. Değişikliklerin iyi olduğu nadir durumlar da oluyor. Örneğin; Birimiz Yalan Söylüyor. Netflix'te yakın zamanda dizinin ikinci sezonu yayınlandı. Yaptıkları her değişiklik için minnettarım. Dizi kitaptan çok daha iyi bir kurguya sahip. Neyse, konuyu dağıttım. Bir ara bunları da konuşuruz.
Son olarak bir şey ekleyeyim, Hazel'ın “onu kendimden uzak tutmalıyım, benim etrafımda zarar görür” tripleri çabuk bittiği için mutluyum. Çünkü okuyanlar bilir bazı kitapların yarısı sırf bu triplerle geçiyor. Genel olarak biraz hızlı bir anlatımı var ama bu rahatsız etmiyor. Neyse, ben bu kitabı gerçekten sevdim. Bir gençlik kitabı için yeterli, özellikle ele aldığı konular bakımından. Ağlamak ve iyi yazılmış bir kitap okumak istiyorsanız, size de tavsiye ederim. :)
“Neredeyse herkes dünyada bir iz bırakmakla kafayı bozmuş.”
Tebrikler
YanıtlaSil